Cezaları artıran yasalara rağmen kadına karşı şiddet sürüyor
TBMM Genel Kurulu, önümüzdeki günlerde sağlık çalışanları ve kadına karşı işlenen suçlarda, içinde ‘ısrarlı takip’ fiilini tek başına bir suç olarak düzenleyen 17 maddelik ‘Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifini’ görüşmeye hazırlanıyor.
Caydırıcılık amaçlanan düzenlemelere rağmen kadına karşı şiddet hızını kesmiş görünmüyor. TBMM’nin araştırma komisyon raporlarına göre, Türkiye’de eş ya da birlikte olduğu erkek tarafından kadına yönelik fiziksel şiddet; orta derecede fiziksel şiddet (tokat atma ya da bir şey fırlatma, itme, tartaklama ya da saç çekme) ve ağır derecede fiziksel şiddet (yumrukla ya da bir cisimle vurma, tekmeleme, sürükleme ya da dövme, boğazını sıkma ya da bir yerini yakma, bıçak, silah gibi aletlerle tehdit etme ya da bunları kullanma) olarak gerçekleşiyor. Türkiye’de “namus”, “iffet” gibi kavramlar üzerinden kadınların giyim, kuşam ve yaşam tarzları tartışılarak kadınlar hedef haline getiriliyor.
“De jeru, de facto”
Oysa Türkiye’nin de imzacıları arasında bulunduğu Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) ile Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadınların “birey” olarak haklara sahip olmasını öngörüyor ve kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesini esas alıyor.
Sözleşmede, kadınların hem yasalarda (de jure) eşit haklara sahip olması, hem uygulamada (de facto) toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaşama geçirilmesi vurgulanıyor. Bu açıdan bahsi geçen sözleşme, geleneksel kalıpların değiştirilmesi için yol gösterici kuralları içeren temel hukuki dayanak olarak görünüyor.
Türkiye’de Kadınların İnsan Hakları: Uluslararası Standartlar, Hukuk ve Sivil Toplum yazısında Prof. Dr. Feride Acar şöyle diyor:
“Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşunda ve yakın geçmişte, kadın erkek eşitliği ve kadınların toplumsal konumuna ilişkin olarak, zaman zaman, çok ilerici ve uluslararası standartlara uygun, hatta onları aşan, düzenlemeler yapılmış olmasına karşın, ülkemizde erkek-egemen toplumsal yapının en ilkel bazı yansımalarının bu olumlu dönüşümlerden çok da etkilenmeksizin, sür-git devam ettiği bilinen bir gerçektir. Bir başka deyişle kısaca ifade edecek olursak, Türkiye’de bugün hâlâ, kadın-erkek eşitliği ve kadınların insan hakları açısından, de jure ve de facto konumlar arasında çok büyük farklar vardır. Bu ‘tezatlar tablosu’nun olumlu unsurlarını oluşturan gelişmelerin özü Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte gerçekleşmiştir. Cumhuriyet’in getirdiği laik devlet ve onun hukuksal, bürokratik ve ideolojik yapılanması günümüz Türkiye’sinde kadınların insan haklarının gelişimi için temel taşlarını oluşturmuştur.”
Teklif Sağlık Çalışanı ve Kadına Şiddette Ne Getiriyor?
Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenlerinin ucu açık biçimde uygulanmasının önüne geçilerek maddenin uygulama alanı sınırlandırılıyor.
Ayrıca failin samimi pişmanlık içermeyen davranışları takdiri indirim nedeni olarak kabul edilmeyecek.
Duruşma sırasında mahkemeyi etkilemek amacıyla yapılmış şekli tutum ve davranışlar takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmayacak. Böylelikle kamuoyunda kılık kıyafet veya diğer belli bazı mahkemeyi etkilemeye yönelik şeklî davranışlar ile cezalarda indirim yapıldığı algısının önüne geçilmiş olacak.
Takdiri indirim nedenlerinin kararda, gerekçeleriyle gösterilmesi gerekecek. Kadına karşı şiddetle daha etkin mücadele edilebilmesi ve caydırıcılığın sağlanabilmesi amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet ve tehdit suçları açısından mağdurun kadın olması halinde cezalar artırılacak. Teklifle getirilen düzenlemeyle birlikte, kasten yaralama suçunun mağduru olan kadının, aynı zamanda sağlık çalışanı olması ve suçun görevi nedeniyle işlenmesi hâlinde verilecek ceza 5237 sayılı Kanunun 86. maddesinin üçüncü fıkrası ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 12. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı artırılacağından, kadın sağlık çalışanlarına karşı şiddet eylemleri bakımından cezalar önemli ölçüde artırılmış olacak.
Israrlı takip fiilleri müstakil bir suç olarak Türk Ceza Kanunu’nda düzenleniyor. Israrlı şekilde fiziken takip etmek veya haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak fiillerinin, mağdurda ciddi bir huzursuzluk oluşturmasına ya da mağdurun kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması hâlinde suç oluşacak.
Suçun, nitelikli hal olarak çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi, netice sebebiyle ağırlaşan hâl olarak mağdurun okulunu, işyerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması, fail bakımından nitelikli hâl olarak hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya işyerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi durumunda cezalar artırılarak uygulanacak ve önemli bir husus olarak da suçun nitelikli hâlleri bakımından tutuklama kararı verilebilecek ve suç, uzlaştırma kapsamı dışında kalacak.
Katalog Suçların Kapsamı Genişletiliyor
Kadına karşı kasten yaralama suçu ile kasten yaralama suçunun beden ya da ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi ya da canavarca hisle işlenmesi hâlleri, tutuklama nedeni var sayılan katalog suçlar kapsamına alındı.
Aynı zamanda sağlık çalışanlarına karşı görevleri sırasında ya da görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu bakımından tutuklama nedeninin var sayılacağına ilişkin Teklifle yürürlükten kaldırılması öngörülen 3359 sayılı Kanunun ek 12. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hüküm, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinde yer alan katalog suçlar arasına taşınarak görünür hâle getirilmekte ve katalog suça ilişkin diğer bir kanunda yapılan düzenlemeyle oluşan sistematiğe aykırılık gideriliyor.
Çocukların cinsel istismarı ve ısrarlı takip suçları ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence ve eziyet suçları 5271 sayılı Kanunun “Mağdur ve şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesi kapsamına alınarak bilhassa şiddet mağduru kadınların istemleri durumunda baro tarafından ücretsiz olarak avukat görevlendirilmesi olanağı sağlandı.
Özel sağlık kurum ve kuruluşları ile vakıf üniversitelerinde görev yapan sağlık çalışanları hakkında herhangi bir izne gerek görülmeden genel hükümlere göre soruşturma ve kovuşturma yapılabilmekteyken düzenlemeyle, hem kamu kurum ve kuruluşlarında hem de özel sağlık kurum ve kuruluşları ile vakıf üniversitelerinde görev yapan sağlık çalışanları hakkında, sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle soruşturma yapılabilmesi Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Sorumluluk Kurulunun iznine bağlanıyor. Kurulun kararlarına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilecek.
Muhalefet Ne Diyor?
CHP’li Jale Nur SÜLLÜ, Suzan ŞAHİN, Aysu BANKOĞLU, Neslihan HANCIOĞLU, Gamze TAŞCIER, Candan YÜCEER’i ‘Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Raporuna düştükleri şerhten bazı bölümler şöyle:
Ülkemizde son yıllarda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde büyük bir artış yaşanmaktadır. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki artış, mevcut, toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapı içindeki ayrımcı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini görmezden gelen anlayıştan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddetten söz ederken mevcut iktidarın toplumsal cinsiyet eşitliğine bakış açısı, görmezden gelinemez.
Ayrıca son yıllarda şüpheli kadın cinayetlerindeki artış da korkutucu rakamlara ulaşmış, 2021 yılında 217 olan şüpheli kadın ölümleri sayısı kadın cinayeti sayısına yaklaşmıştır. Ancak, Kanun Teklifinde şüpheli ölümlerin etkin kovuşturmasına ilişkin hiçbir bir düzenlemeye yer verilmemiş, toplumumuzun kanayan yarası, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için, cezai yaptırımların artırılmasından başka koruyucu ve önleyici politikaların hayata geçirilmesi gerekliliğine de duyarsız kalınmıştır.
Ayrıca, Kanun Teklifinde kadınların salt kadın oldukları için, uğradıkları toplumsal cinsiyet temelli şiddet ile cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlara ilişkin de en ufak bir düzenleme bulunmamaktadır.
Ayrıca, ülkemizde mahkemeler tarafından hükmedilen ceza ile infaz edilen ceza arasında ciddi bir fark bulunmaktadır. İnfaz düzenlemeleri ile hükmedilen cezaların önemli bir oranı infaz edilmemektedir.
Bu Kanun Teklifi ile ceza alan hükümlünün (1/2) şartla tahliye indiriminden, sonrasında da 1 yıl da denetimli serbestlikten yararlanmasının önü açılacaktır. Ardından açık infaz kurumlarına geçişe ilişkin hükümler de uygulandığı zaman, kapalı infaz kurumunda geçirilen süre, cezaların caydırıcılığını ortadan kaldıracak derecede azalmaktadır.
Örneğin, 10 yıl hapis cezasına hükmedilmiş bir suçta (istisna olan suçların dışında ve mükerrer değil ise), (1/2) şartla tahliye indirimi uygulanarak 10 yılın (1/2)’si olan 5 yıl, infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre olacak; bu 5 yıla 1 yıl denetimli serbestlik indirimi de uygulanınca, yalnızca 4 yıl ceza infaz kurumunda yatılması gerekecektir.
Nitekim, Açık İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği 6. maddesi uyarınca; hükümlülerden, toplam cezaları 10 yıldan az olanların bir ayını, 10 yıl ve yukarı olanların ise onda birini kapalı infaz kurumlarında geçirenler, iyi halli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar açık infaz kurumuna ayrılabilmektedir.
"Kadınlara Karşı Şiddet Cezasız Kalmaktadır"
Sonuç olarak; 10 yıl hapis cezası alan hükümlü sadece 4 yıl cezaevinde yatacak, bu 4 yılının da yalnızca 1 yılını kapalı infaz kurumunda geçirmesi ile sonuçlanacaktır. Alınan hapis cezasının 9 yıl olması halinde kapalı infaz kurumunda geçirilen sürenin, 1 aya inebilmesi mümkün olacaktır. Verilen hapis cezasının 3 yıl olması halinde ise, Açık İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 5. maddesi uyarınca fail doğrudan açık infaz kurumuna geçebilecek ve hatta infaz aşamasında kapalı infaz kurumuna hiç girmemesi ile sonuçlanabilecektir.
Bu düzenleme nedeniyle kasten yaralama, tehdit gibi pek çok suçun faili zaten belirlenen denetim süresini infaz kurumu dışında geçirdikten sonra cezasız kalmaktadır. Bu düzenlemelerin dışında bir de basit yargılama usulü, uzlaştırma gibi cezada ve cezanın infazında çeşitli indirimler ya da alternatif çözüm yöntemleri uygulanmaktadır.
Görüldüğü gibi burada sorun, suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının düşük olması değil, infaz sistemi kurumlarının (infaz sistemine ilişkin düzenlemelerin ve ceza hukukunda indirime neden olan diğer düzenlemelerin) uygulanması sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hale gelmesidir.
Bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan kalkmakta; bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle birleşince kadınlara karşı şiddet cezasız kalmaktadır. Kamuoyunda, kadınlara karşı şiddet fiillerine ilişkin bir “cezasızlık” algısı oluşmaktadır. Sorunun çözümü, belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların (ilgili infaz düzenlemeleri ve erteleme sonucu doğuran kurumlar), kadınlara karşı şiddet olaylarında uygulanmasını engellemek olmalıdır.
Kanun Teklifinde ısrarlı takip, çocuğun cinsel istismarı veya ısrarlı takip suçlarında sadece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlarda barodan ücretsiz avukat temini olumlu, ancak, eksik bir uygulamadır.
Kaldı ki hali hazırda baroların ücretsiz avukat temini konusunda özverili çalışmaları bulunmakla birlikte, bu konuda yapılacak bir düzenlemede süre sınırının kaldırılması ve avukat temininin zorunlu hale getirilmesi, şiddet mağduru tüm kadınların adalete erişimi açısından daha önemli ve anlamlı bir düzenleme olacaktır. Ayrıca, kadına yönelik şiddet davalarında kadın örgütlerinin, hukukçuların ve baroların müdahil olma talepleri konusunda bir düzenleme yapılması gerekmektedir.
"Çoğunlukçu, Katılımcı Demokrasi İlkesi Gözetilmemiştir"
Tüm bunların yanında Kanun Teklifi’nde uygulamada “erkeklik indirimi” konusu olan haksız tahrik indirimi konusunda düzenleme önerilmemesi, kadına yönelik şiddet konusunda çok önemli bir sorun olan şüpheli kadın ölümlerine ilişkin bir düzenlemenin yer almaması, büyük bir eksikliktir.
HDP’li Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir ‘in Kanun Teklifine muhalefet şerhinden bazı bölümler ise şöyle:
Teklifte takdiri indirim nedenlerinin sıralanması, tutuklamada katalog suç düzenlemesi, suçun kadına karşı işlenmesinin nitelikli hal kapsamına alınması, ısrarlı takibin suç olarak TCK’da düzenlenmesi, ısrarlı takibin “uzlaşma” kurumunun uygulanmayacağı suçlar kısmına eklenmesi ve şiddet mağduru kadınlar için avukat görevlendirilmesine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nda 7 madde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 4 madde, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda 2 maddede değişiklik öngören Teklif yine hukuki nosyona uymayacak şekilde torba yasa formatıyla hazırlanmıştır.
Kanun teklifinin hazırlanma sürecinde kadına yönelik şiddetle mücadelede sahada etkin mücadele yürüten herhangi bir sivil toplum örgütünden, feministlerden, barolardan görüş alınmamış; çoğunlukçu, katılımcı demokrasi ilkesi gözetilmemiştir. Oysa ülkemizde çok köklü bir kadın hareketi, sivil toplum örgütleri, barolar ve aktarılacak deneyimler mevcuttur.
Teklif, önerdiği bazı olumlu değişimlere rağmen en temelde kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yaşandığının yok sayıldığı bir dil ile yazılmış ve medeni hal ayrımcılığına yol açabilecek ifadelere yer verilmiştir.
Ayrıca Teklifle yapılmak istenen değişiklik maddelerinde “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a da herhangi bir atıfta bulunulmamıştır. Oysa özellikle ısrarlı takibin suç olarak tanımlanması düzenlemesi zaten 6284 Sayılı Kanun’da 10 yıldır yer almaktadır.
Hem bu Kanun Teklifiyle Ceza Kanunu’nda ve bazı kanunlarda yapılmak istenen değişiklikler, hem de “Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”nda yer alan önlemler sanki yeni öneriler gibi kamuoyuna lanse edilmektedir. Oysa yapılmak istenen tüm düzenlemeler bir sene önce Anayasa’ya aykırı bir şekilde çekilme kararı alınan İstanbul Sözleşmesi’nin devleti yükümlü kıldığı sorumluluklardı.
"Yargı 'Reddeden Kadınları' Cezalandırmaktadır"
Teklifin ana eksenini Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikler oluşturmaktadır. Oysa kadına yönelik şiddetle mücadele, ceza çerçevesine sıkıştırılmadan daha bütüncül ele alınmalıdır. Mevcut yasalar erkek egemen yaklaşıma sahip uygulayıcıların rolü ve siyasi iradenin etkisi ile kağıt üzerinde kalırken, yasa ile uygulama arasındaki boşluk gittikçe artmaktadır. Var olan yasalar, kadınların şikayetçi olmak için ilk başvurdukları kurumlardan mahkeme salonlarına kadar etkili biçimde uygulanmadığı sürece yeni yasa yapmak anlamsızdır. Kadınlar sistematik olarak şiddete uğrarken, şiddete karşı başvurdukları mekanizmalarda kendini tekrar eden bir cezasızlık politikası hüküm sürmektedir.
Meşru müdafaa için faili öldürmek zorunda kalan kadınlara haksız tahrik indirimi, iyi hal indirimi uygulamak yerine kadınları katledenlere bulunan “mazeretler”, yargının nasıl cinsiyetçi işleyen bir yapısı olduğunu göstermektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yakın dönemde aldığı ve kamuoyunun tepkisine yol açan iki karar bu duruma somut örnek teşkil etmektedir.
Kurul, Aralık 2021’de kendisine sistematik tecavüz, şiddet ve şantaj uygulayan Nurettin Gider'i öldürdüğü için haksız tahrik ve iyi hal indirimi olmaksızın müebbet hapis cezası alan Nevin Yıldırım'ın cezasını onamıştır. Aynı Kurul, Mart 2022’de, “evlenme teklifini reddettiği için” yanında götürdüğü bıçakla Hatice Kaçmaz’ı öldüren Orhan Munis’e ise “aşırı sevgiden öldürdü” “reddedilmeseydi öldürmezdi” gerekçesiyle haksız tahrik indirimi uygulamıştır. Sistematik bir şekilde şiddet gören, seks işçiliğine zorlanan ve nihayetinde ölmemek için öldürmek zorunda kalan Çilem Doğan’a verilen 15 yıl hapis cezası kararının, infazının durdurulması ve onama kararının düzeltilmesi için Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda görüşülmesi taleplerini Yargıtay Başsavcılığı reddetmiştir.
Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencisi olan Gülistan Doku, 5 Ocak 2020 tarihinden beri kayıptır. 2 yıldır herkes “Gülistan Doku Nerede” diye sorarak durumun aydınlatılması için sorumluları göreve çağırıyor fakat şimdiye kadar sadece baraj suyu boşaltılıp arama yapıldı. Gülistan'ın en son görüştüğü kişi olan eski erkek arkadaşı baş şüpheli Zainal Abarakov ise geçen 2 yılın ardından 17 Mart’ta Alanya’da gözaltına alınıp ifade verdikten sonra hemen serbest bırakıldı. Yargı adeta “reddeden kadınları” cezalandırmaktadır. Üstelik bu yargı kararlarını verenlere karşı işleyen adil bir soruşturma ve rücu mekanizması da bulunmamaktadır. İşte kadınlar bu anlayış ve kararlar yüzünden yıllardır “erkek adalet değil gerçek adalet” diye haykırmaktadır.
"İstanbul Sözleşmesi Uygulanmalı"
Öte yandan Ceza Kanunu’ndaki asıl sorun bazı suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının sadece düşük olması değil, infaz uygulamaları sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hale gelmesidir. Bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan kalkmakta; bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle birleşince kadına yönelik şiddet cezasız kalmaktadır. Kamuoyunda, kadınlara karşı şiddet fiillerine ve faillerine ilişkin ciddi bir “cezasızlık” algısı oluşmuştur. Sorunun çözümü, sadece belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların kadına yönelik şiddet olaylarında uygulanmasını engellemektir.
Birçok olayda, adeta kamuoyunda gündem olmadığı zaman kadına yönelik şiddet davaları cezasızlık ve takipsizlikle sonuçlanmaktadır. Örneğin Hülya Kaya isimli kadın, 23.03.2022 tarihli sosyal medya paylaşımlarında, hakkında defalarca şikayette bulunduğu eşi tarafından barışmak istemediği için silahla vurulduğunu ve eşinin hala tutuklanmadığını belirtmekte, yetkililerden yardım talep etmektedir. İzmir Bornova’da 21 Ağustos 2020 tarihinde Ceyda Yüksel’i katleden Serkan Dindar’ın davası, 7. duruşmada bu kez de adli emanetten gönderilen yanlış telefonun incelenmesi nedeniyle ertelendi. Ceyda Yüksel’in ailesi de kamuoyunda gündeme gelmezse davanın karartılacağından şüphe etmekte ve sosyal medya üzerinden adalete ulaşabilmek için çağrı yapmaktadır. Gerçek bir yargı adaleti yerine “sosyal medyadan aranan adalet” insanlar için çare olarak görülmektedir.
Sonuç olarak; İstanbul Sözleşmesi sadece Türkiye için değil, tüm dünyada kadına yönelik şiddet konusunda hazırlanmış en etkili, kapsamlı ve kurumlara yükümlülükler, denetim getiren sözleşmedir. Uygulanması halinde hepimizin hayatını olumlu biçimde etkileyecek olan bu sözleşmeden çekilme kararıyla iktidar tarafını belli etmiştir. Küçük bir erkek grubuna yönelik oy hesapları uğruna kadınlar feda edilmiş olmakla, kadına yönelik şiddeti önleme iradesi fesada uğramıştır. Bu nedenle bir kez daha öncelikli tavsiyemiz; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından vazgeçilmesidir. Bu, partili, partisiz tüm kadınların ortak isteği ve iradesidir. Bugüne kadar yürütülen mücadele deneyimlerini, kazanımları yok saymak, partili-partisiz hiçbir kadına fayda sağlamayacaktır. Ancak elbirliğiyle taş taş üstüne koyarak, erkek egemenliğini, onun yarattığı yargı sistemini ve kurumlarını dönüştürmemiz mümkün olabilir.